23 Aralık 2011 Cuma

bonjour !

   evet baya bi boşladım blogumu, ama napayım eve geldikçe yazabiliyorum. izmirdeyken o kadar meşgulum ki internete girmeye bile vaktim olmuyo.

   hiç bişeye vakit bulamazken aşık olmaya o kadar iyi vakit bulabiliyorum ki ben bile şaşırıyorum bazen kendime !  birisi daha kalbimdeyken aklıma başkasını sokuyorum çünkü biliyorum kalbimdeki olmuycak. sonra kalbimdeki iniyo aklımdaki kalbime indiğinde aklıma yeni birisini sokuyorum. böyle bi devir-daim yaptım kendi içimde ! oğuzhanı kalbimde tutarken bu sefer mustafayı soktum aklıma. mustafa tiki seviyo -ki ben şu hayatta tikileri vurma taraftarıyım- ben de tikilerden aksine çok çok uzak bi kızım.

   mustafayla olamayız biz, yakışıklı çocuk allah tikilerine bağışlasın ama tikiler böyle güzelim çocukları mahfedince o kadar çok üzülüyorum ki. neyse, aşka biraz ara vermek gerek bence.

   ders çalışmak, arkadaşlarla iyi eğlenmek, gülmek bunlar önemli şeyler. ve tabiii alışveriş yapmak.

bu yazımın bokluğundan şunu çıkarıyorum: benim duygularım körelmiş, yazı yeteneğim körelmiş ve yazamıyomuşum. ve burada yazımı sonlandırıyomuşum.

22 Kasım 2011 Salı

saat: 4.44





zamanı boşa aldım, akıp gidiyo. amaçsızım gayesizim. olmuyo artık. onun bana olan soğuk tavırları beni bile kendimden soğuttu. hay anasını satayım nerden gittim aşık oldum ben buna? itmeye çalışıyorum kalbimin derinine, en dibine ama öyle bi an geliyoki kendisini kalbimin en derininden canımın en acıyıcak yerinden çıkıp gelip canımı yakıyo. bazen etik olmayan bu hislerimi bastırmak istiyorum, en derinlerde bir yere gömüp bir daha çıkarmak istemiyorum ama olmuyo. beni sevmiyo, naparsa yapayım sevmiyo. her şeyi geçtim, arkadaşlığımızı bu hale getirmeseydi iyiydi. yani evet benim suçum aslında ama benden bu kadr uzaklaşmana ne gerek vardı ha ?

hiç bişeye odaklanamıyorum. hiç bişeye demek yanlış olur aslında. gözlerine ve camdan yansıyan görüntüsüne o kadar güzel konsantre olabiliyorum ki beni sadece onun bana bakışları kendime getiriyo. '' j'aime ses yeux parce que je l'aime ! '' ona bakmaya doyamıyorum, kıyamıyorum. o kadar güzel ki benden başkasına ait olabiliceği düşüncesi mahfediyo beni. içimi kemiriyo. ama onun başkasına ait olması ya da başkasından hoşlanması benim umrumda bile değil çünkü benim sevgim onun başkasına hissettiklerinden ya da başkasının ona hissettiklerinden çok daha köklü ve güçlü. kendime güvenebildiğim tek konu ona duyduğum aşk !




8 Kasım 2011 Salı

çok şey istemiyorum !

ben onun için çabaladıkça, o mutsuz oluyomuş. benim çabalamalarım karşısında bişey yapamamasından rahatsız oluyomuş. yap o zaman be adam ! ben seni elde etmek için çabalıyosam sende beni biraz olsun sevebilmek için çabala. hem o zaman ne sen rahatsız olursun ne de ben mutsuz olurum. azıcık beni sevsen herşeey o kadar çok değişicek ki, o kadar mutlu olucam ki.
bugün fal baktırdım yine. ve yine sen çıktın falımda bi balık burcu olarak, kısmet olarak ve kahvenin fincanın arkasında doğru akmasıyla gerçekleşicek olan dileğim olarak. ama artık ben sadece fallarımda çıkmanı istemiyorum. reel hayatta da yanımda istiyorum seni. yanımdasın biliyorum ama daha fazlasını istiyorum ben.
sana olan özlemimi anca rüyalarımda giderebiliyorum. yaklaşık 3 haftadır her gece istisnasız seni görüyorum rüyamda. o kadar güzel oluyo ki oğuzhan ! gerçek olmasını istiyorum. mesela ben senin omzunda yatıyorum, senin omzunu öpüyorum. sen de burnunu kafama dayamışsın. bu kadarcık şey istiyorum ben, çok mu ?
sivas'a çıkarma yapmak istiyorum. anneni-babanı-kardeşini-dedeni görmek istiyorum. kurbanlığın etini doğrarken seni izlemek istiyorum. ailenin yanında seni görmek istiyorum. et doğrarken ağrıyan sırtını ovmak istiyorum, birlikte mangal bile yakabiliriz. bilmediğim bi şehiri seninle öğrenmek istiyorum. sivasın soğuğunda sana sarılmak istiyorum.

yazdıklarıma bakınca aslında çok şey istemiyorum. özetle '' seni istiyorum. ''


bu fotoğrafa baktıkça içim acısın istemiyorum. baktıkça benim olduğun için ve beni sevdiğin için mutlu olmak istiyorum. şükretmek istiyorum hatta ! 

yanındayken nasıl mutlu olduğum çok belli dimi ? eşşek gibi sırıtmışım ve omzuna yerleşmişim çocuğun. omuzlarını çok severim. aslında her yerini severimde kolu ve omzu bi başkadır bende. işte bende böyle seviyorum. aylardır bu karenin iki yakın arkadaşa değil de birbirini çok seven iki sevgiliye ait olmasını istiyorum.

 çok şey istemiyorum !

1 Kasım 2011 Salı

uzuuuuuun zamandır yazmıyodum, eve gelmişken bloğumda benim aklıma geldi bi bakayım dedim. neler birikmiş öyle okumam gereken ! ama onları okumadan önce kendi yazmam gerekenleri yazayım.

hımmm nerden başlasam diye düşünüyorum; aşk mı yoksa normal hayat mı ? benim için hayat böyle ikiye ayrılıyo işte; aşk ve diğerleri. diğerlerinden başlıyayım o zaman.

eveet. fransızca kursuna yazıldım ! bildiğin fransa, fransız, eyfel hayranı olan ben hayallerimdeki fransa için ilk adımımı resmi olarak attım. derdimi fransızca anlatabiliyorum zar zor. en azından adımı, nereli olduğumu, nerede okuduğumu vs. takılmadan söyleyebiliyorum şimdilik. ama hakikaten zor bi dil. gırtlak sesleri ve nazeller bi dersin konusunu oluşturabilir. bunun yazımlar var, dişilleri var, erilleri var.. baya var. ama ben çok seviyorum ve fransızcamı ilerletmeyi de düşünüyorum. fransızcadan başka bol bol alışveriş yapıyorum, kredi kartımın limiti doldu bugün kendime topuklu bot alamadım. babam gelince onun kredi kartıyla alabildim anca. sefilleri oynadım hakkaten. ama bunlar çok sıkıcı geliyo bana, asıl macera aşk hayatımda. buyrun;

burası çok karışık şimdi, nasıl başlasam bilmiyorum ama bi yerden de başlamak gerek. ismi oğuzhan. geçen seneden beri arkadaşız, hatta en yakın kız arkadaşı benim ama ben oğuzhana aşığım. geçen seneden beri. ama bu arada bi hata yaptım ve onun arkadaşlarından biriyle çıktım. çünkü oğuzhandan umutsuzdum ve karşı taraftan gördüğüm ilgi uzun zamandır görmediğim bi ilgiydi. pohpohlanıyodum resmen. ama ben bunu hiç sevmedim, bi gram sevmedim yemin olsun. ayrıldığımda üzülmedim bile. üstümden koca bi yük kalktı. onu buralara yazıp burayı kirletmiycem, her neyse. ben bundan ayrıldığım dönemde oğuzhan bunu teselli ederken bunlar yakın arkadaş oldular ! benim tahminime göre. daha doğrusu o, oğuzhanla yakın arkadaş oldu. benim tahminime göre. her iki durumda da boka batan taraf ben oluyorum ama. ben bütün bi sene boyunca oğuzhan aşkımı bastırmaya çalıştım, başkalarıyla bastırmaya çalıştım ama olmadı. hatta izmire gidene kadar da bastırmaya çalıştım ama onu okulda görünce, ona bakınca, sigara içerken yanıma gelince ve bunun akabindeki haftalar içinde ben -kendimce- sinyaller almaya başlayınca nah bastırırsın merve dedim. sürekli oğuzhandan bahsetmece, birlikte fotoğraf çektirmece, o fotoğrafları çıkarttırmaca, oğuzhanla evlilik hayalleri kurmaca, onun soyadını ismimin yanına eklemece falan derken kendimi oğuzhan için ağlarken buldum. oğuzhana aşık olduğumu söylediğimde en çok tepki vereceğinden korktuğum insann karşısında hemde. ama o beni hiç kimsenin desteklemediği kadar destekledi. '' abi seviyosan git konuş bence '' demeyi de ihmal etmedi tabi. ama söylediği şu cümle beni çok etkiledi - sizi de etkilesin diye yazıyorum - '' bugün yaptığın şeyler ilerde dönüp gelip seni bulmaz, ama yapmadığın şeyleri kafandan silemezsin ve bi ömür bunun pişmanlığını yaşarsın. yaptıkların unutulur ama yapmadıklarını sen unutamazsın. abi seviyosan git konuş bence ! '' sizce de mantıklı dimi evet. ben bu anda koşarak alsancaktan gaziemire kadar koşup oğuzhann boynuna atlayabilirdim. ama yapmadım. hatta bu konuşmadan 4 5 gün sonra kadar konuşabildim onunla. bu kadar anlatıcam, daha fazla anlatamam kendimde o gücü görmüyorum ben. ama onun bana sarılmasını çok seviyorum. arkasından koşturup nefes nefese '' bana sarılır mısın ? '' diyebilicek kadar.

16 Eylül 2011 Cuma

başlık atmayı unuttum

  bi yolculuk vakti daha geldi çattı. yarın izmir'e göç ediyorum. gitmek istiyorum ama bi yandan da istemiyorum. izmir'i nasıl özlediğim sürekli dilimde ne kadar o dilimdeyse de bi yanımın gitmek istemediği de dilimde. dilimdeki tüyler tükendi yani.

  yolculuk hazırlıkları dün başladı. bi kaç eksiğim vardı onları tamamladım. belgeler falan işte. ama işin en zoru kesinlikle valiz toplamaktı ! hele bi de böyle ilk gidişte ve son dönüşte nasıl doluyo o valiz yareppim. başka arkadaşlarım en büyük boyuna sığıp geliyo anlamıyorum onları. ben 1 büyük valiz, 1 el valizi - ki o da büyük- bi sırt çantasına sığamıyorum. bi de elimde laptop oluyo, hah siz düşünün. kollarım kas yaptı bi senede valiz indirip bindirmekten. ama artık valiz hazırlama konusunda ustalaştım. ustalaştım derken yanlış anlaşılmasın hala sığamıyorum. sadece daha hızlıyım. ama hızlı olmam bi işe yaramıyo.

  izmir'e dönüş vakti, yeniden nefes alma vakti.. alsancağımı o kadar özledim ki ! sevgilim olsa bu kadar özlerdim hani.

  yeni bir yıla başlarken sorunsuz başlamak istiyorum. geçen seneki şeyleri yaşamak istemiyorum. geçen sene acemiliğimi yaşadım geçti. iyisiyle kötüsüyle, yanlışıyla doğrusuyla 1.senemi bitirdim. bu senenin geçen seneden farkı artık daha doğru düşünüyo olmam. insanları tanıdım artık. insanların bana söylediği yalanları hissedebiliyorum, ikiyüzlülüklerini anlıyorum ama bunu onların yüzlerine direk söyliyemiyorum. çünkü biliyorum eğer söylersem başkalarını karşıma cıkarıcaklar, öc alma yöntemleri böyle bunların. aman neyse ne şimdiki arkadaşlarımı kaybetmiyeyim istemem daha da bişey.

  off yazasım da gelmiyo, aklım beynim durdu valizde neyi nasıl koyarsam sığdırırım hepsini matematiği yapmaktan. en iyisi gideyim de kalan aklımla bilgeyi valize nasıl sığdırcam onu düşüneyim. bilge benim medeni hukuk kitabım, biraz enlice *-* her türlü ıvır zıvırı doldurdum bilgeye yer bulamadım. hay hadi iş başına, öpt.

14 Eylül 2011 Çarşamba

zamanı boşa aldım, akıp gidiyor.

bok gibi bi ruh halindeyim. canım hiç bişey yapmak istemiyo, yoruldum sanki. boş boş oturuyorum sadece. arada bana söylenenleri yapıyorum ve film izliyorum. film izlerken oradaki olayları ben de yaşıyorum ve biraz farklılık oluyo sanki hayatımda. yine garip duygular içindeyim, kafam allak bullak, doğru düzgün düşünemiyorum bile. izmi'e gitme vakti yaklaştıkça içim daralıyo. izmiri hayvanlar gibi özledim seviyorum ama ordayken annemleri şimdi izmiri özlediğimden daha çok özlüyorum. valiz toplamaya başlamak istemiyorum çünkü içim daralıyo. hiç bişey yapmak istemiyorum.

zamanı boşa aldım, akıp gidiyor.


evet tam anlamıyla bunu yaptım. hiç bişey yapmadan gitme vaktimin gelmesini bekliyorum. izmir otogarda indiğimde içime derinnn bi nefes çekicem biliyorum ama bilmiyorum. tam da bu ruh halindeyim '' biliyorum ama bilmiyorum ''.

bazen de kendimi tek kişilik baraja çarpan sabri'nin ortası gibi hissediyorum. kajhdkjahsdka neyse cıvıtmıyayım kürek gibi post giriyorum şurda. ama durumum bu kadar vahim.

ergenliğime geri dönmüş gibiyim, o zamanlarda da böyleydim sanki, bilemiyorum.yapmam gereken ne varsa bıraktım. hayatla ilgili tüm sorumluluklarımı durdurdum. bu yazıyı bile yazmak gelmiyo içimden. yazmıycam da.






10 Eylül 2011 Cumartesi

masal tadında mallık

gelin bakalım, size yaşanmış bi olay anlatayım çocuklar.

evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber iken, develer tellal iken bir kız yaşarmış. hadi ya, ciddi misin ? sorusunu duyabiliyorum burdan. işte o yaşayan kızlardan bir tanesi kendisine yeni, kız gibi 0 km bi telefon almış. çok mutluymuş, eve gelmiş yemeğini yemiş almış telefonunu eline başlamış kurcalamaya. oyunlarına bakmış, yazı stilini değiştirmiş, temasını değiştirmiş, wi-fi'sini açmayı kapanmayı öğrenmiş. bir de bakmış ki orada '' telefon kilidi '' diye bişey yazıyo. bu kızımız da meraklıymış biraz madem telefonumun böyle bi özelliği var o da açık olsun bari demiş. başlamış şifre yazmaya. bu kızın her zaman kullandığı bi şifre varmış, onu yazmış yine. telefonum güvende, bilgilerim saklı telefonumu çalan nah bişe yapar tshehe diye gülmüş kendi kendine salak. sonra bi de nasıl açılıp kapanıyo bi bakayım diyerek kapatmış telefonu. kapanış o kapanış.. daha da açamamış bu mal telefonu. ağlıcak kadar olmuş, eli ayağına dolaşmış. üç buçuk atmak deyiminin hakkını yerine getirmiş. oysa bilse ki telefon kilidi onun neyine, gizlediği sakladığı bişey mi var. tabi hemen telefonu aldığı yere koşturmuş. '' servise gönderilmesi gerek, yeni yazılım için. ancak pazartesi gönderebiliriz, en az bi hafta içinde gelir '' cevabını alıp göt olmuş. elime kız gelen karı gidiyo, dakka bir gol bir, 1 saat içinde sikip attım telefonu diye düşüne düşüne eve gelmiş. eve gelince bi gülme almış kızı, sinirleri bozulmuş tabi. annesi de kızın bu huyunu çocukluğundan beri böylesin sen diyerek onaylamış ve babadan müjde istenmiş. baba da gayet kuğul   bi şekilde kendi etmiş kendisi bulmuş diyerek olaydan sıyrılmış. daha sonra kız beni yalnız bırakın nidaları eşliğinde - yalan aslında yok öyle bi nida şu an uydurdum - odasına kapanmış. umutsuzca almış telefonu eline ve şifre denemeye başlamış. şifre kabul olmadıkça suçu qwerty klavyeye atmış çünkü parmağıyla 3 5 tuşa aynı anda basmış olabilir ve bu milyonlarca milyarlarca ihtimal demekmiş. küfrede küfrede o ihtimaller denemeye başlamış. 
.
.
.
.
.
biraz süre geçtikten sonra yeni bişey denemiş. her zaman kullandığı şifrenin son 2 rakamını girmeden yazmış. ve... telefon açılmış ! kız nası sevinmiş belli değil. anasına babasına haber salmış. ülkenin dört bir yanında kutlamalar başlamış, 40 gün 40 gece devam etmiş. 

kız ermiş muradına, bizler çıkalım kerevetine..

9 Eylül 2011 Cuma

değişik bir gün daha.



  sabah uyanır uyanmaz çantama makyaj malzemelerimi, takılarımı, maşayı falan katıp esra'lara koştum. ( esra benim en yakın arkadaşlarımdan biri, gizli gizli sigara içtiğimiz arada tanışmıştık yıllar önce.) gittiğimde esra uyuyodu aslında o kadar erken de değildi gittiğim saat ama neyse. (11.30) kızcağızdaha yüzünü yıkamadan, gözünün çapağıyla benim saçlarıma maşa yapmaya başladı, neden ? çünkü bugün fotoğraf çekimi için modellik yapıcam ! çirkinim, burnum biraz büyük, yüzüm sivilceli ama mimiklerim çok iyi ve -söylemesi ayıp- dişlerim güzel. bilmem kaç sene tel taktım o kadar olsun yaani ! o yüzden fotoğrafçı arkadaşımız tuğçe model olarak beni seçti. 

  neyse saçlar yapıldı, makyaj yapıldı mekan olarak da uşak'ın klasik yeşilliklerinden biri olan borulu park seçildi. yolda yürürken sıcaktan makyajımın akması ve saçlarımın elektiriklenmesi dışında pek bi sorun yaşadığımızı söyleyemem. çünkü bundan başka ne olabilir ki zaten ?!

  mekana ulaşınca önce bi soluklanalım dedik tabi. e aç ayı da oynamaz bi de yemek e bi de sigara falan derken 3 ü buldu çekime başlamamız.

  çekim sırasında o kadar eğlendim ki ! şebeklik benim işimmiş onu anladım. içimden geldiği gibi yaptım suratımı, sürekli değiştirdim ve her anım kaydedildi ! o kadar güzel bişey ki fotoğraf bağımlısı oldum tekrardan. hani böyle yapmacık fotoğraflardan olmamış hiç biri, hepsi doğal. çirkin olduklarımın sayısı oldukça fazla ama bundan hiç rahatsız değilim.

  mimik çalıştıktan sonra, benim üzerimde temalı fotoğraflara başladık. yanlış anlaşılmasın uryan fotoğraflar falan değil, konulu filmin temalı fotoğrafı hesabı. ama isterdim bi de nü fotoğrafım olsun. her neyse işte o bir kaç temalı fotoğraf;

  belki biliyosunuzdur, ben hukuk okuyorum ve hukuk fakültesini kazandığımda bana hediye edilmiş çok güzel bi terazi kolyem var, çok seviyorum onu. mesleğimi icra ederken bile çıkarmıycam sanırım o kolyeyi. böyle bi fotoğraf çıkardı işte tuğçe ortaya. ha bi de şu var.

  bi de benim oldum olası yüzüklere bi ilgim var böyle. seviyorum abi napayım. neyse işte ben parmağımdaki yüzüklerden herhangi biriyle böyle tuğçeye bakarken de  böyle temalı fotoğraf çıktı ortaya. 

  fotoğraf çekimi bitti tam da eve dönüyoruzken (dönüyoruzken diye bişi yok biliyorum evet) bi arabanın içinden amca seslendi. diyalog tam da şöyle:

-kızlar bişey sorucam ?
-evet buyur amca ?
-biz kayıt için geldik de, sağlık meslek yüksekokuluna buradan nası gidicez ?
(bu arada esra '' haa şuralarda işte yaa'' deyip tüydü, tuğçeyle ikimiz sik gibi kaldık)
-ııı şey şimdi amca, şurdan dön bööle caddeye çık köprünün altından geç orda birilerine daa sor burdan bööle şey olmaz yani. ( bunları saçmalayan benim aslında hiç '' bööle '' konuşmam ama sıcaktan hep.)
-ya işte şimdi şey köprünün altından geçmeyin, dümdüz gidin işte ordan kipayı görünce sağa dönün. (bunu diyen de tuğçe, saçmalamışız resmen birimiz sağı birimiz solu göstermişiz o nasıl bi çelişkiyse !) 

  bu sırada adamın ve arabanın arkasındaki 5 kişinin bize şaşkın bakışlarını görememişiz ! çünkü ikimizde birbiriyle alakası olmayan, hatta amcacığımın bize tarif etmemizi istediği okulla alakası olmayan okulları tarif etme çabasındaymışız !

  ben meslek lisesi anlamışım, arkadaşımsa üniversitenin eski kampüsü ! böyle bi kafadaymışız artık. araba yanımızdan biraz uzaklaştı, kenara çekti ve telefona sarıldı. bize de bolca küfür etti bence o arada.

  akşama da düğünümüz var. neyse ki saç baş gündüzden yapılmış, en azından hepsi kıvırcık, biraz düzeltilicek. eve koştur koştur geldim, hazırlandım ve çıktım. annem, kardeşim, ananem ve ben. hepimiz iki dirhem bir çekirdek, jilet gibi giyinmiş düğüne gidiyoruz. yani düğünden önceki mevlüde. babamın vefat eden patronunun oğlunun düğün ve düğünden önce de onun için mevlüt okunucak. tam bi kapıdan girerken hoca efendi el-fatiha demesin mi ! sözde mevlüde geldik biz ama sonunda geldik. hatta sadece yemek yemeye gelmiş gibi olduk, hey allahım. yerken de bişey dikkatimi çekti, düğün kıyafetleriyle gelen tek masa biziz ! ya vardır başkaları falan diye düşünüyodum ki insanlar ayaklanmaya başlayınca nasıl da yanıldığımı anladım. evet kuaförden çıkılmış ama idare eder bi kıyafetle. oturunca sadece kafaları gördüğümüzden böyle düşündüm evet. yemek yendi, insanlar dağıldı e 1 buçuk saat düğün salonunda mı oturucaz ? oturalım falan diyenler oldu aile içinde evet ama hemen bastırdım onları ve yakındaki çay bahçesine gittik.

  girerken annemin ayağı burkuldu, ben buna hayvan gibi güldüm ve ilkokul arkadaşım aynı zamanda komşumuz fatma'yı nişanlısıyla bastık. nişanlılar artık ona basmak denmez de bastık işte. sürekli bi gülme hali, yaşadıklarımızdan yapılabilicek filmin geliri, fatma'yı basma olayımız ve oturduğumuzdan beri kaç dakika geçtiği konuşuldu.

  sonunda düğün salonuna gidebildik. gittik gitmesine de bu seferde yer beğenemedik. çünkü düğün salonunda çok az kişi var ve bütün masalar boş nerdeyse. nevrimiz döndü haliyle ve nereye otursak bilemedik. hani kalabalık olsa mecburen boş yere oturucaksın, böyle olunca her yer senin kafan karışıyo. 2 3 yere gittik ve en sonunda iyi bi yere oturduk.

  kapıda şeker tutmaya çalışan kızlar -  aslında çocuklar - 10'ar cm topuklu giymiş, dikkatimi çekti haliyle. birisinin elbisesi benim mezuniyet elbisemin beyazıydı, kızın içinde ne var ne yok belli oluyodu ve kız oturmayı bilmiyodu ! oturunca bacaklarının arasından iç çamaşırı gözüküyodu resmen. benim elbisem siyahtı. bi diğer kız da çok güzel elbisesinin içine gri sütyen takmış ve boynundan geçirmiş ! hey allahım. göz var, nizam var anası falan da mı demiyo ki olmadı bu böyle. hadi onu geçtim yakasından görünüyo iç çamaşırı. banane deyip arkamı dönmemle birlikte takır tukur sesini duymam bir oldu, beyaz elbiseli kız merdivenden düşmüş! gülsem mi gülmesem mi bilemedim. son gülen iyi güler lafına inanırım ve bende de uzuuuun bi elbise var yani düşme olasılığım mevcut. sustum gülmedim ve '' o kadar gezinmeseydi '' demekle yetindim. kız daha sonra geldi topallıya topallıya oturdu falan biraz süre geçti bi baktım kız çocuğu pistte göbek atıyo ! şaşırdık haliyle az önce topallıyodu diye. oyun bitti ve kız yerine otururken aksak aksak yürümeye başladı. her neyse işte.

  ve hayatta en özendiğim ama yapınca da özentimin ne kadar yersiz olduğunu anladığım bişey yaptım, dans ettim. babam dansa kaldırdı, reddedemedim ve birlikte dans ettik. fotoğraf bile çekildik, o derece.

  değişik, dopdolu, olaylı günlerimden birisiydi yine. bol fotoğraf çekmeli günlerimden birisiydi, düğünlü dernekli günlerimden birisiydi. ailemle birlikte böyle gülüp eğlendikçe o güzelim cağğnım izmir'e hiç gidesim gelmiyo. valla da gelmiyo billa da gelmiyo. 


7 Eylül 2011 Çarşamba


Ölür Müydün Sanki. ? Sevsen, Beni
Yaşadığımdan emin değilim.Gittiğinden eminim ama bak,seni özlediğimden eminim.
Yirmi beş yaşında bir hayal kırıklığı olduğumdan hiç şüphem yok mesela.
Beceriksizliğimden,yalnızlığımdan,bu şehri sevmediğimden,düzensizliğimden,yorgunluğumdan,huysuzluğumdan,baltalarınızdan birine sap olmamışlığımdan hatta olamayacak olmamdan,kırgınlığımdan,bir gün bana ayrılan sürenin sonuna geleceğimden her tavşan kesildiğimde dünyanın dağ olma vaziyetinden filan eminim.
Örnekleri çoğaltabilirim.Örnekleri çoğaltabileceğimden eminim.
Birileri namusum üzerine yemin edecek,
Ölür müydün sanki sevsen beni.
Günlerdir doğru dürüst uyuyamıyorum.Ellerim parçalanıyor ne zaman yazmayı denesem.Ağzım artık daha bozuk.
Her tarafta pis bir koku;nefes alamıyorum.
Çok bekledim seni.Her halimle,her yerimle bekledim.
Yetkiler verdim kendime;tuttum seni affettim.
Aramanı bile bekledim bazen.Ağır küfürlerle örtbas ettim sonra aramayışlarını.Bunca zaman aramayışlarını biriktirdim.
Seni bekledim ben çünkü
Seni bekledim.
İçtim..içtim..içtim...
Kustum.
En çok giderken bıraktığın kelimeleri kustum.Sanat filan dedi bazısı o kelimelere bazısı bunlardan bi bok olmaz dedi.
Senin önemsediğin kadar önemsemedim ben o kelimeleri,senin danışma gruplarının önemsediği kadar önemsemedim.
Kustum..kustum..kustum.
İçtim.
Ellerimle yaptığım cam evim kırılacak, 
Ölür müydün sanki sevsen beni.
içimden geç
içimi sil
artık özlemek istemiyorum.
Neye el atsam piç ediyorum.
Yine de fiyakalı durumlar peşindeyim hep.
En sert içkileri kaçırıyorum soluk boruma bilerek.Her yıl ilkokula başlıyorum.Her gün yeni bir krallık kurup öldürüyorum kralını gece yarısına doğru.
Uzatmaya gerek yok;sen olmayınca yapamıyorum.
Yokluğun gümüş tepside intihar sunacak,
Ölür müydün sanki sevsen beni

2 Eylül 2011 Cuma


bişeyler yazmak istedim de  yazamadım bunun altına. her şey gün gibi meydanda.

1 Eylül 2011 Perşembe

eylül

bugün 1 eylül.. ve bu şahsım için bir çok şey ifade ediyor.

en başta  benim gibi çabuk üşüyen ve çabuk yanan bi insan için, trençkotun dolaptan fırlaması demek. elimin ayağımın ısınmaması, sinüzitimin de daha sık olması demek. hem de resmi olarak sonbaharın başlıngıcı bugün, üşümem normal aslında.

1 eylül aynı zamanda uşak'ın kurtuluşu. kutlamalar vs. yapılır caddede.

eylül ayı dizilerin yeni bölümlerin yayınlanması ve yeni dizilerin başlaması anlamına da geliyo. küçüklüğümden beri okulların açılmasının yaklaştığını dizilerin yeni bölümlerinin yayınlanmaya başlamasından anlıyorum. 


okullar da eylül ayında açılıyo. 19 eylülde başlıyomuş öğretim yılı, bizim üniversite de öyle. yani eylül ayı uşak'tan izmir'e göç etme ayım benim.

eylül ayında doğum günüm ! 18 eylül. her eylülde bi yaşıma daha giriyorum, hayatımda yepyeni bi sayfa açılıyo. her eylülde biraz daha yaşlanıyorum, biraz daha yaşanmışlık sahibi oluyorum ve biraz daha olgunlaşıyorum.

eylül ayında gevşekliği bi kenara bırakıp biraz daha hayatın içine atılıyoruz. yaz aylarındaki gevşeklik yerini oldukça hareketli bi ritme bırakıyo. plajda mode on'dan çıkıp iş/okul mode on'a geçiyoruz.

eylül ayı herkes için bi başlangıç bence. mesela okullar açıldığında herkes arkadaşlarına, öğretmenlerine kavuşucak. kimisi yeni bi okula başlıycak, hiç tanımadığı insanların arasına gidicek ve yeni arkadaşlıklar edinmeye çalışıcak. bunda başarılı olamazsa eğer sıkıntılı dönem bekliyo olucak onu, başarılı olursa güzel dönem geçiricek.

eylül ayı başlangıç demek.
eylül ayı bilinmeyenler demek.
eylül ayı soğukların başlaması demek. off :(

sonradan eklenen edit: eylül ayı lig'in başlangıcı demek. bi de yaz aşklarını geride bırakıp ciddi ilişkilere atılma zamanı demek.


31 Ağustos 2011 Çarşamba

-gereksiz post-

hayatımda yazıma attığım en uygun başlık oldu. ki genelde başlığı yazdıktan sonra atmama rağmen, bu sefer yazının kaderini, nasıl olacağını biliyorum. gereksiz post olucak çünkü bu. çünkü birazdan uyuycam ama bi lüzumsuzluk yapmadan uyumayayım dedim *-* bu surat da şu anda ne kadar lüzumsuz bi insan olduğumu vurguladı bence. 

ehiehei uzun uzun yazılıcak konulara dalmıycam hiç, atar da yapmıycam. yarak kürek post atasım da yok. böyle lüzumsuzluk yapayım dedim.

sevgili takipçilerim, umarım bu yazıyı okumamuşsınızdır. eğer okuduysanız da vaktinizi çaldığım için özür dilerim hepinizden. 

sizleri kocaman öpüyoruz, sizler bizim için önemlisiniz. bu postu 10-15 kişi yazmıyoruz bilgisayar karşısında merak etmeyin, sadece sevimli baykuşlarım ve ben varız burda ekiekiekie. 


hemi de öpüyoruz sizi.
iyi geceler !
iyi bayramlar ! 
mmmmuaaahhh .


28 Ağustos 2011 Pazar

''seni seviyorum''un yakıştığı anlar

''seni seviyorum'' yükte hafif pahada ağır olan cünlelerden birisi. hem çok basit hem de çok manidar. bu iki kelimeyle dünyası yerle bir olan ya da dünyalar ona ait olan insanlar tanıyorum ben. insana sorumluluk yükleyen 2 kelime bu. bazıları bunu basitleştirir, bazıları ise hakkını vererek söyler. işte o hakkını söyleyenlerin de her söylediği ''seni seviyorum'' seviliyormuş hissini uyandırmaz insanda.


''seni seviyorum'' demenin de bi yolu yordamı, adabı var. her yere cuk diye oturmaz ''seni seviyorum''.  olmadık yerde kullanıldığında ters tepki yaratabilir belki. işte ''seni seviyorum''un  uygun düştüğü anlardan bi kaçı ;

  • 1 saatten uzun bir tren yolculuğunun ortası,
  • Kır gezisinin en ağaçlı yeri,
  • Yağmurdan sonra plajın gri kumlarında yürürken,
  • Bir tabak spagettiyi paylaşırken,
  • Beraber alışveriş yaparken ya da kitap bakarken rafların arasında etrafta kimse yokken,
  • Dizine kafasını koyduğunda, parmaklarını saçlarının arasında gezdirirken,
  • Ona bir masal anlattıktan sonra,
  • Karşılıklı gülüşmeden sonraki sessizlikte.

ha bi de kavgadan1-2 saat sonraki saatte söylenebilir. yaraları iyileştirici etkisi olsun diye.


bunlar benim hayalimdeki ''seni seviyorum'' lar. 

kriterlerim arasına şunu da yazdım : doğru yer ve zamanda seni seviyorum diyebilme özelliği.

sahte yazarlar'a eyle baktım bi de beyle baktım bu çıktı ortaya.

burada yazmaya neden başladım bilmiyorum. halbuki o kadar çok yerde yazıyorum ki. ama galiba burda yazmamın sebebi henüz hiç bi arkadaşımın buraya el atmaması. diğer bütün sitelerde, sözlüklerde üyeliğim var nerdeyse. burası bana ait bi mekan gibi oldu. burası benim evimmiş meğersem ! tam da evim olmuş gerçekten onu farkettim. 4 5 gündür yazıyorum buraya, 2 3 takip ettiğim var; 2 3 de takipçim. burada popim yok yani ! ama bundan rahatsız mıyım ? yoo.
burada böyle içimi döküyorum. tanıdıklarıma anlatamadıklarımı burada tanımadığım profillerle paylaşıyorum. ve yine bundan da rahatsız değilim.
öyle insanlar varki yazı yazarken sanal alemin popüleri olma çabasıyla götünü yırtıyo resmen yazarken. çünkü; herkesin bi poopisi olmalı, olmak zorunda.
insanlar gerçek hayatta tatmin edemedikleri egolarını sanal alemde tatmin etme peşinde.  buradan sayıları 1 elin parmak sayısını geçmeyen takipçilerime sesleniyorum, sakın diyeyim siz üstünüze alınmayınız; sözüm meclisten dışarı. eminim siz de anlamışsınızdır demek istediğimi. ha gerçekten yaratıcı yazanlar var. onlar başım üstüne. ve güldürüyolar beni. hatta birisine bunu söylediğimde '' millete kendimizi güldürüyoruz cık cık cık lasdkjalksd ''  demişti. buradan '' dizüstü edebiyat '' a da selamlar, severek okuyoruz efenim sizleri de. benimki de kendi çapımda bi selam oldu böyle.

hamiş: zorlamayla yazılmıyo evladım. can baba boşu boşuna mı olmuyosa zorlama diye öğüt vermiş ?

sevgili günlük'ten aktaracaklarımız bu kadar, birand sendeyiz !

ehiehi.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

başlıksız

ne yazıcagımı bilmeden yazmaya başladım. can sıkıntısından yazmaya başladım. kardeşim içerden ''çav bella'' dinliyo, ona eşlik ediyorum mırıldanarak. facebookta home-profil takılıyorum. twit okuyorum bolca. arada bilgilendiğim oluyo. tumblr.da fotoğraflara bakıyorum, gifleri izliyorum. bloga bakıyorum arada. msn'den yazıyorum. çünkü msn kültürünü çok seviyorum ve bu kültür hiç bitmesin istiyorum. hatta elimden geldikçe arkadaşlarımı msn'ye çağırıyorum. bi kere msn ortamı facebook bokundan daha samimi, insanların msn'sini almak için çaba gösteriyosunuz biraz da olsa. oysaki facebookta arkadaş olarak ekle yazıyo tepede dana gibi, ona basıyosun. öyle insanlar var ki hiç tanımadığı halde böyle istekleri kabul ediyo, tanımadığı kişiye kendi dünyasını açıyo. özelini seriyo önüne.  neyse bu yazı facebook nefreti yazısı değildi. aslında bu yazı, hiç bişey yazısı değildi, amaçsız yazıydı, can skıntısı yazısıydı belki biraz.
şu günlerde o kadar canım sıkılıyo ki anlatamam. yaptığım hiç bi şey yok, evdeyim nerdeyse her gün. ya bilgisayarım kucağımda ya da kitabım. böyle bi koltuğun üzerinde yaşıyorum, arada sigara içiyorum. böyle geçiyo günlerim. bayram da geldi çattı ya, yazın bayram mı olur hiç diye düşünüyorum sürekli ! benim bildiğim, bayramlar hep kışın olur, bayramlıkların kışlık olur falan, arabayla gidip gelirken üşürsün inip bindikçe ziyaret sırasında. çocukluk bayramlarım hep böyle yani, ama şu yaşıma kadar hiç fark etmemişim bu kadar geriye geldiğini bayramın.
yarın dedemin mezarına gidicem, ziyaret edicem. o kadar çok özledim ki onu.. cok seviyorum seni dedecim, rahat uyu.
bayramdan sonra da izmire dönmek için gün sayıcam artık. o kadar çok özledim ki izmiri, izmirdekileri. artık özledim demekten yoruldum. hemen gitmek istiyorum izmire, alsancağa atmak istiyorum kendimi. kordon'da bi sigara yakıp güneşin batışını izlemek istiyorum. maviye bakıp rahatlamak istiyorum. bir sürü fotoğraf çekmek istiyorum.

istiyorum ve özlüyorum.


bu yazıya başlık olarak ne yazıcam bilmiyorum hiç. çünkü temasız bi yazı oldu. can sıkıntısından yazılmış bi yazı oldu. ama az da olsa rahatlamadım mı ? kesinlikle rahatladım amacına ulaşmış o zaman. hadi bi sigara daha yakayım. haydi öptüm muah.

26 Ağustos 2011 Cuma

başak kadınıyım.


” Başak kadınının hayatında, güzelliğin ve temizliğin önemi büyüktür. Evine çok düşkündür. Evini çekip çevirmekten zevk duyar. Evi her zaman derli toplu ve zevklidir. ”
Sabahtan beri evimi temizliyorum. Ellerim parçalandı. Ne kadar baharatlık varsa hepsini ellerimle tek tek yıkadım. Bu devirde bulaşık makinesine bile güven olmaz arkadaş.
” Başak kadını neşeli, iyi niyetli, okumaya, bilgiye, edebiyata meraklı, fakat aslında kendine pek de güvenmeyen bir tiptir. Bu yüzden de kişilikli, güçlü erkeklerden hoşlanırlar. Belki de kendilerini tamamlayacak birine ihtiyaç duydukları için… ”
Neşeliyim, gülüyorum, mutluyum, hatta kitap da okuyorum ama kendime olmayan güvenimi başka bir adamda arıyorum. Çünkü benim gerçekten kendime güvenim yok. Ayaklarımın üstünde duramıyorum. Kaslı ve güvenilir bir erkeğin koluna girmem lazım yürüyebilmem için.
” Başak kadınları mükemmel erkek isterler ama siz de bilirsiniz, kimse mükemmel değildir! Onlara âşık olan çoktur genellikle ama onlar kolay seçebilen tipler değillerdir. Ancak seçimlerini yaptıklarında buna sadık kalır ve o erkeği her bakımdan mutlu etmeye çalışırlar. ”
İnanın öyle. Feriha’nın emir’i gibi bi sevgilim olsun istiyorum. Böyle yakışıklı, zengin -zenginlik paragöz olmaktan değil, para erkeğin kendine güvenidir.- manken, arabası olan vs.vs. Oha demekte haklısınız böyleleri var mıdır bilmem ama varsa da bize düşmez.

 ” Bir özelliği de iyi anne olmasıdır. Çocuklarını çok sever ve onlar için her türlü fedakârlığı yapar. ”
Çocuğumu bu dünyadan korumak için doğurmak istemem. İçimde kalsın hep, ben onu koruyayım.

” Bir Başak kadınını, dağınıklık kadar iten bir şey yoktur örneğin. Lükse düşkün olduğu söylenemez ama temizlik, düzen ve itinaya önem verir. Yatak odasına bakınca temiz beyaz çarşaflar, yumuşacık mis kokulu yastıklar görürsünüz. Yataktan kalkar kalkmaz yüzünü yıkadıktan sonra yaptığı ilk şey yatak odasını şöyle bir toplamak olacaktır. Bunlara alışmalısınız. Mesela lavabonuz kirli tabaklarla dolu olmasın asla. Bu kadın geyşa ruhlu değildir. ”
Adaylar ! Ona göre ha.

” O kalbini ve bedenini teslim edeceği kişinin herhangi biri olmasını istememiştir çünkü. ”
 Başak kadını seçicidir.

” Başak kadını makyaja zaman ayırmaktan çekinmez ama makyaj yaptığı halde, yapmamış gibi görünmeyi sever. Genelde de birbirine yakın tonlarda pastel renkleri tercih eder. ” 
 Neden makyaj yapmadığımı soranlar ! Yapıyorum aslında ben. Ama sizin bildiklerinizden yapmıyorum. nokta.

 ” Şık bir Tiffany bilezik ya da Vartier saat ona göredir. ”
  Aklınızda bulunsun hani.
http://fizy.com/s/1ah6hf

bugünün şarkısı da bu olsun mesela. olmazsa da hobi olarak yine olsu laksdjalksd

25 Ağustos 2011 Perşembe

özlem ft. ütopya

seni özlemeyi en çok ben bilirim, hiç yakınmadım seni özlemekten.


dün söyledim sana '' çok özledim.. '' her fırsatta herkese söylüyorum bunu. seni özlediğimi unutmaktan korkuyorum gün içinde. seni özlemekten içim parçalandı, yaralandı. ama ben seni özlediğimi hep hatırlayarak o yaranın kabuk bağlamasına engel oldum. acıtıyorum, canımı yakıyorum. seni o kadar çok özlüyorum ki, senin beni özlemene gerek kalmıyo. ben özlerim ikimizin yerine..
seni neden çok özlüyorum biliyo musun, seni özlemekten başka yapabileceğim bişi yok çünkü. yanında olsam bile özlüyorum seni. yanından ayrılmak istemiyorum. senin şehrinde olmak istiyorum hep.
bizim şehrimizde, izmirde, yanındaki başkalarından kıskanıyorum seni. ya da senin şehrindekilerden kıskanıyorum. onlar özlemesinler seni, sadece ben özliyim. onlar gözlemesin yolunu, onlar seninle birlikte olmak için gün saymasınlar, seninle ilgili plan yapmasınlar.başkalarının albümünde hiç fotoğrafın olmasın. sadece benim ol.
bu kadar bencil bi insanım işte ben. küçüklükten gelme bişey. ama çocuklarımız olursa onların kıskanç olmalarını engelliycem ben. sen de onlara bi sorun olduğunda konuşarak çözmeyi öğreticeksin. susmanın ya da sorunu ortaya koymamanın bi çözüm olmadığını göstericeksin onlara. biliyorum çok iyi bi baba olucaksın sen. çocukları çok sevdiğini de biliyorum. evet evet süper bi baba olucaksın.
çocuklarımızın saçları sana benzese mesela. sarışınlığını da benden alsalar çok güzelli çocuklarımız olmaz mı ? kız olursa biraz miyon olsun, ama erkek olursa sen gibi upuzun olsun.
mesela evlenince ortak facebook hesabı almak yerine, kapatsak bütün hesapları ? sanal bi hayat olmasa reel hayatımızın içinde ? çocuklarımızı bilgisayarla değil, bahçedeki oyunlarımızla büyütsek ? olmaz mı ?
kendi evimiz olsa, birlikte yemek yapsak. bizim mutfağımız, bizim koltuğumuz, bizim televizyonumuz olsa. istediğimiz her şeyin en güzelini alsak. öğrenci evindeki eşyalarımızdan bi kaç tane olsa da bu güzel günleri hatırlasak. minik bi balkonumuz olsa, bi koltuk bi de sehpamız. sehpada bi tane çicek. orada otursak sabaha kadar birlikte, denizi izlesek. sarılsam sana, koklasam boynunu, öpsem. sen yanımda devleşirken dünya küçülse benim gözümde. sadece senin varlığını hissetsem. sadece kalbimin senin için atışını duysam..

bunların hepsi ütopya benim için.. hayal ettiklerimiz hayalet olmasa keşke.

bu yazımı sana ithaf ediyorum çocuk. özledim seni..

24 Ağustos 2011 Çarşamba

so 90's.

 şu yazılara nasıl başlayıp nasıl bitireceğimi bilmiyorum. şu anda olduğu gibi damdan düşercesine başlıyorum işte. devamı da geliyo. e ilkokulda ne öğrettiler ki bize kompozisyon yazma hakkında ? giriş, gelişme, sonuç. ha ben burda da tanım yaparak başlıyım de o olsun dimi ? yoğh öyle yağma. neyse, alakasız bi dert yanışla başlıyorum yazıma.
 efenim, az önce dışardaydım. kuzenim, arkadaşlarım vs. içlerinden birisi beni çocukluğuma götürdü: hayatımdaki ilk arkadaşım. evet her sabah saat 8'de bizim kapıda olan velet. hem de istisnasız.- hamiş: yazı yazarken oradan buradan yazıyolar ya, feci dikkatim dağılıyo, konudan da sapıtıyorum. hööffss.-
 ilk arkadaşımı görünce şunu farkettim, geçmişim o kadar çok özlüyorum ki ! zaten eskilere, geçmişe özlem duyan bi insanım, arkadaşımı görünce özlemekte ne kadar haklı olduğumu anladım. şimdiki çocuklara acıyorum. resmen acıyorum. nasıl çocukluk yaşıyo onlar ? internet, ps, vs. sokağa çıkmadan yaşıyorlar gerçekten. hani nerede bunların sokakta top oynamaları, iki taş arasını kale yapıp '' fovul olum fovul ! '' diye bağırmaları ? hani nerede düdük şekerleri ? bunları böylece uzatabilirim. şimdiki çocuklar çocukluğunu yaşayamadan büyüyo. hem kötü bi devirde yaşıyolar, hem de çocuk gibi yaşamıyolar. evet bazı olanaklar bakımından bizden daha şanslı olabilirler ama ben yaşadığım çocukluğu, tasolarımı, gazoz kapaklarımı, oynadığım çamurları, değişmem buna. atarimiz vardı bizim; 9999999 in 1. hani nerde onlar ? hani nerede tsubasa, power rangers ?!
görselle de desteklemek istedim. vay anasını, nasıl da özlemişim !! bazı cümlelerimden dolayı 30'lu yaşlarda sanılabilirim amma o kadar olmadık daha, 19 yaşında körpecik bi kız çocuğuyum daha aklshjdalks. meselaaa ne vardı çocukluğumdan hatırladığım...mmmmsss... hah ! gırgır vardı ! böyle kocaman dikdörtgen bişeydi, uzuncana da bi sapı vardı. çok severdim keratayı. annemi oyalama konusunda bir numaraydım o aleti gördüğümde. annem gırgır yaparken ben üzerine tünerdim. allahım nsı bi eğlence o. heralde o kadar seviyomuşum ki öyle de bi fotoğraf var albümümde. gırgırla süpürmek zevkli olduğu kadar üstüne oturup odada gezinmek de zevkli bence !

başka neler vardı..hah patlak göz vardı ilkokul dönemimizde. iğrenç bişeydi ama ben kokusunu çok severdim o hedenin. kıpkırmızı akışkan bi sıvının içindeki yapışkan gözden ibaretti. bundan korkan mallları da hiç anlamazdım. mal bebesi. sanki biz caniyiz de gerçek gözü dolandırcaz elimizde. töbestafur.

en önemlisi de, ben kasetten müzik dinliyerek büyüdüm. o kadar severdim ki o kasetleri, hala saklarım. ha bi de plak var bi kaç tane. bi de annemle babamın kocaman düğün kasetleri. geçmişime çok bağlıyım galiba. kıyamıyorum hiç bişeye. şimdiki gibi zönk diye bulamıyoduk ki şarkıları ! ya kaset alıcaksın ya da radyoda çalarken kasede çektiriceksin. kasede çektirilmiş şarkılarımı dinlerim arada mutfakta. arada böyle kapı sesler, anne seslenmeleri vs. güzel günlerdi.

ha bide şöyle bi eğlencemiz vardı. o kadar severdim ki bu oyuncağımı, saatlerce oynardım. şimdiki çocukların böyle yetenek geliştirici oyuncakları yok bence böyle.

sürekli '' şimdiki çocuklar, şimdiki çocuklar..'' deyip duruyorum. aziz nesin'in '' şimdiki çocuklar harika '' kitabı geldi aklıma. şimdiki çocuklar afedersiniz bok gibi. bilgisayarla, facebookla büyüyen çocuktan nolur anasını satıyım ? 5 yaşındaki çocuğun bile hesabı var. biz ekranın altındaki kocaman kasalar varken bilgisayar derslerinde girebilirdik internete. evlerde internet varken de telefon çaldığında bağlantımız kopardı. msn'den konuşurduk biz. hoşlandığımızın msn'sini alıcaz diye götümüz çıkardı.

bide çocukluk kıyafetlerime bayılırım ben. böyle ayak altından geçirmeli taytlar, vatkalı bayramlıklar vs.vs. minik minik elbiselerim.. oyşşş ne çok özledim :(

bi de bizim çocukluğumuzun şarkıları vardı. mesela tarkan benim çocukluğumun şarkıcısı. evet şimdi star mtar ama biz çocukken o da çocuktu. zayıf, körpecik, ayrık dişli bişeydi. '' kıl oldum abi ! '' ydi. ya da oya-bora ikilisi vardı. '' ara beni, öptüm seni seni çok özledim deli gibi ! '' 


çizgi filmlerimiz vardı bizim ! jetgiller, casper, şirinler, taş devri. bunlar arka arkaya çıkardı sabahları. kahvaltı esnasında bakılacak olanlardı onlar.  "belki iyi bir çocuk olursanız şirinleri bile görebilirsiniz"  
pokemon bile çocukluğumuzda kaldı ! tasolarımla beraber. isimlerini kulaktan duyma telaffuz ederken, ne çok severdim o pokemonları, gibi cebimden poketopları çıkarıverecektim bi gün ben de. sporcu kartlarımız vardı. takımlarına göre ayrık dururdu benimkiler. rengine göre, numarasına göre, takımına göre oynanırdı. üterdin ya da ütülürdün.  gazoz kapağı dizip oynardı cız misali. eve bilye değil cız derdik. demesi daha kolay. gayrak dediğimiz mermerimsi taşlarla oynardık. ne güzel günlerdi onlar !


bu yazıyı yaklaşık 1 saattir yazıyorum ama daha yazıcak o kadar çok şeyim var ki. 


'' tavandaki fareler
  tıkır tıkır ederler
  daha yazacaıktım ama
  kalemimi yediler..''


hepimizin hatıra defterinde mutlaka yer alan bi mani. benim klavyemi fare falan yemedi ama aklıma gelen bu kadar. oturup konuşulduğunda ise ben diyorum ki '' crazy 90's ''  muhabbet ortamı olduğunda saatlerce konuşabilirim eskiler, 90'lar, çocukluk anıları vs. hakkında.

"belki iyi bir çocuk olursanız merve'yle geçmişi konuşabilirsiniz ! ''