16 Eylül 2011 Cuma

başlık atmayı unuttum

  bi yolculuk vakti daha geldi çattı. yarın izmir'e göç ediyorum. gitmek istiyorum ama bi yandan da istemiyorum. izmir'i nasıl özlediğim sürekli dilimde ne kadar o dilimdeyse de bi yanımın gitmek istemediği de dilimde. dilimdeki tüyler tükendi yani.

  yolculuk hazırlıkları dün başladı. bi kaç eksiğim vardı onları tamamladım. belgeler falan işte. ama işin en zoru kesinlikle valiz toplamaktı ! hele bi de böyle ilk gidişte ve son dönüşte nasıl doluyo o valiz yareppim. başka arkadaşlarım en büyük boyuna sığıp geliyo anlamıyorum onları. ben 1 büyük valiz, 1 el valizi - ki o da büyük- bi sırt çantasına sığamıyorum. bi de elimde laptop oluyo, hah siz düşünün. kollarım kas yaptı bi senede valiz indirip bindirmekten. ama artık valiz hazırlama konusunda ustalaştım. ustalaştım derken yanlış anlaşılmasın hala sığamıyorum. sadece daha hızlıyım. ama hızlı olmam bi işe yaramıyo.

  izmir'e dönüş vakti, yeniden nefes alma vakti.. alsancağımı o kadar özledim ki ! sevgilim olsa bu kadar özlerdim hani.

  yeni bir yıla başlarken sorunsuz başlamak istiyorum. geçen seneki şeyleri yaşamak istemiyorum. geçen sene acemiliğimi yaşadım geçti. iyisiyle kötüsüyle, yanlışıyla doğrusuyla 1.senemi bitirdim. bu senenin geçen seneden farkı artık daha doğru düşünüyo olmam. insanları tanıdım artık. insanların bana söylediği yalanları hissedebiliyorum, ikiyüzlülüklerini anlıyorum ama bunu onların yüzlerine direk söyliyemiyorum. çünkü biliyorum eğer söylersem başkalarını karşıma cıkarıcaklar, öc alma yöntemleri böyle bunların. aman neyse ne şimdiki arkadaşlarımı kaybetmiyeyim istemem daha da bişey.

  off yazasım da gelmiyo, aklım beynim durdu valizde neyi nasıl koyarsam sığdırırım hepsini matematiği yapmaktan. en iyisi gideyim de kalan aklımla bilgeyi valize nasıl sığdırcam onu düşüneyim. bilge benim medeni hukuk kitabım, biraz enlice *-* her türlü ıvır zıvırı doldurdum bilgeye yer bulamadım. hay hadi iş başına, öpt.

14 Eylül 2011 Çarşamba

zamanı boşa aldım, akıp gidiyor.

bok gibi bi ruh halindeyim. canım hiç bişey yapmak istemiyo, yoruldum sanki. boş boş oturuyorum sadece. arada bana söylenenleri yapıyorum ve film izliyorum. film izlerken oradaki olayları ben de yaşıyorum ve biraz farklılık oluyo sanki hayatımda. yine garip duygular içindeyim, kafam allak bullak, doğru düzgün düşünemiyorum bile. izmi'e gitme vakti yaklaştıkça içim daralıyo. izmiri hayvanlar gibi özledim seviyorum ama ordayken annemleri şimdi izmiri özlediğimden daha çok özlüyorum. valiz toplamaya başlamak istemiyorum çünkü içim daralıyo. hiç bişey yapmak istemiyorum.

zamanı boşa aldım, akıp gidiyor.


evet tam anlamıyla bunu yaptım. hiç bişey yapmadan gitme vaktimin gelmesini bekliyorum. izmir otogarda indiğimde içime derinnn bi nefes çekicem biliyorum ama bilmiyorum. tam da bu ruh halindeyim '' biliyorum ama bilmiyorum ''.

bazen de kendimi tek kişilik baraja çarpan sabri'nin ortası gibi hissediyorum. kajhdkjahsdka neyse cıvıtmıyayım kürek gibi post giriyorum şurda. ama durumum bu kadar vahim.

ergenliğime geri dönmüş gibiyim, o zamanlarda da böyleydim sanki, bilemiyorum.yapmam gereken ne varsa bıraktım. hayatla ilgili tüm sorumluluklarımı durdurdum. bu yazıyı bile yazmak gelmiyo içimden. yazmıycam da.






10 Eylül 2011 Cumartesi

masal tadında mallık

gelin bakalım, size yaşanmış bi olay anlatayım çocuklar.

evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber iken, develer tellal iken bir kız yaşarmış. hadi ya, ciddi misin ? sorusunu duyabiliyorum burdan. işte o yaşayan kızlardan bir tanesi kendisine yeni, kız gibi 0 km bi telefon almış. çok mutluymuş, eve gelmiş yemeğini yemiş almış telefonunu eline başlamış kurcalamaya. oyunlarına bakmış, yazı stilini değiştirmiş, temasını değiştirmiş, wi-fi'sini açmayı kapanmayı öğrenmiş. bir de bakmış ki orada '' telefon kilidi '' diye bişey yazıyo. bu kızımız da meraklıymış biraz madem telefonumun böyle bi özelliği var o da açık olsun bari demiş. başlamış şifre yazmaya. bu kızın her zaman kullandığı bi şifre varmış, onu yazmış yine. telefonum güvende, bilgilerim saklı telefonumu çalan nah bişe yapar tshehe diye gülmüş kendi kendine salak. sonra bi de nasıl açılıp kapanıyo bi bakayım diyerek kapatmış telefonu. kapanış o kapanış.. daha da açamamış bu mal telefonu. ağlıcak kadar olmuş, eli ayağına dolaşmış. üç buçuk atmak deyiminin hakkını yerine getirmiş. oysa bilse ki telefon kilidi onun neyine, gizlediği sakladığı bişey mi var. tabi hemen telefonu aldığı yere koşturmuş. '' servise gönderilmesi gerek, yeni yazılım için. ancak pazartesi gönderebiliriz, en az bi hafta içinde gelir '' cevabını alıp göt olmuş. elime kız gelen karı gidiyo, dakka bir gol bir, 1 saat içinde sikip attım telefonu diye düşüne düşüne eve gelmiş. eve gelince bi gülme almış kızı, sinirleri bozulmuş tabi. annesi de kızın bu huyunu çocukluğundan beri böylesin sen diyerek onaylamış ve babadan müjde istenmiş. baba da gayet kuğul   bi şekilde kendi etmiş kendisi bulmuş diyerek olaydan sıyrılmış. daha sonra kız beni yalnız bırakın nidaları eşliğinde - yalan aslında yok öyle bi nida şu an uydurdum - odasına kapanmış. umutsuzca almış telefonu eline ve şifre denemeye başlamış. şifre kabul olmadıkça suçu qwerty klavyeye atmış çünkü parmağıyla 3 5 tuşa aynı anda basmış olabilir ve bu milyonlarca milyarlarca ihtimal demekmiş. küfrede küfrede o ihtimaller denemeye başlamış. 
.
.
.
.
.
biraz süre geçtikten sonra yeni bişey denemiş. her zaman kullandığı şifrenin son 2 rakamını girmeden yazmış. ve... telefon açılmış ! kız nası sevinmiş belli değil. anasına babasına haber salmış. ülkenin dört bir yanında kutlamalar başlamış, 40 gün 40 gece devam etmiş. 

kız ermiş muradına, bizler çıkalım kerevetine..

9 Eylül 2011 Cuma

değişik bir gün daha.



  sabah uyanır uyanmaz çantama makyaj malzemelerimi, takılarımı, maşayı falan katıp esra'lara koştum. ( esra benim en yakın arkadaşlarımdan biri, gizli gizli sigara içtiğimiz arada tanışmıştık yıllar önce.) gittiğimde esra uyuyodu aslında o kadar erken de değildi gittiğim saat ama neyse. (11.30) kızcağızdaha yüzünü yıkamadan, gözünün çapağıyla benim saçlarıma maşa yapmaya başladı, neden ? çünkü bugün fotoğraf çekimi için modellik yapıcam ! çirkinim, burnum biraz büyük, yüzüm sivilceli ama mimiklerim çok iyi ve -söylemesi ayıp- dişlerim güzel. bilmem kaç sene tel taktım o kadar olsun yaani ! o yüzden fotoğrafçı arkadaşımız tuğçe model olarak beni seçti. 

  neyse saçlar yapıldı, makyaj yapıldı mekan olarak da uşak'ın klasik yeşilliklerinden biri olan borulu park seçildi. yolda yürürken sıcaktan makyajımın akması ve saçlarımın elektiriklenmesi dışında pek bi sorun yaşadığımızı söyleyemem. çünkü bundan başka ne olabilir ki zaten ?!

  mekana ulaşınca önce bi soluklanalım dedik tabi. e aç ayı da oynamaz bi de yemek e bi de sigara falan derken 3 ü buldu çekime başlamamız.

  çekim sırasında o kadar eğlendim ki ! şebeklik benim işimmiş onu anladım. içimden geldiği gibi yaptım suratımı, sürekli değiştirdim ve her anım kaydedildi ! o kadar güzel bişey ki fotoğraf bağımlısı oldum tekrardan. hani böyle yapmacık fotoğraflardan olmamış hiç biri, hepsi doğal. çirkin olduklarımın sayısı oldukça fazla ama bundan hiç rahatsız değilim.

  mimik çalıştıktan sonra, benim üzerimde temalı fotoğraflara başladık. yanlış anlaşılmasın uryan fotoğraflar falan değil, konulu filmin temalı fotoğrafı hesabı. ama isterdim bi de nü fotoğrafım olsun. her neyse işte o bir kaç temalı fotoğraf;

  belki biliyosunuzdur, ben hukuk okuyorum ve hukuk fakültesini kazandığımda bana hediye edilmiş çok güzel bi terazi kolyem var, çok seviyorum onu. mesleğimi icra ederken bile çıkarmıycam sanırım o kolyeyi. böyle bi fotoğraf çıkardı işte tuğçe ortaya. ha bi de şu var.

  bi de benim oldum olası yüzüklere bi ilgim var böyle. seviyorum abi napayım. neyse işte ben parmağımdaki yüzüklerden herhangi biriyle böyle tuğçeye bakarken de  böyle temalı fotoğraf çıktı ortaya. 

  fotoğraf çekimi bitti tam da eve dönüyoruzken (dönüyoruzken diye bişi yok biliyorum evet) bi arabanın içinden amca seslendi. diyalog tam da şöyle:

-kızlar bişey sorucam ?
-evet buyur amca ?
-biz kayıt için geldik de, sağlık meslek yüksekokuluna buradan nası gidicez ?
(bu arada esra '' haa şuralarda işte yaa'' deyip tüydü, tuğçeyle ikimiz sik gibi kaldık)
-ııı şey şimdi amca, şurdan dön bööle caddeye çık köprünün altından geç orda birilerine daa sor burdan bööle şey olmaz yani. ( bunları saçmalayan benim aslında hiç '' bööle '' konuşmam ama sıcaktan hep.)
-ya işte şimdi şey köprünün altından geçmeyin, dümdüz gidin işte ordan kipayı görünce sağa dönün. (bunu diyen de tuğçe, saçmalamışız resmen birimiz sağı birimiz solu göstermişiz o nasıl bi çelişkiyse !) 

  bu sırada adamın ve arabanın arkasındaki 5 kişinin bize şaşkın bakışlarını görememişiz ! çünkü ikimizde birbiriyle alakası olmayan, hatta amcacığımın bize tarif etmemizi istediği okulla alakası olmayan okulları tarif etme çabasındaymışız !

  ben meslek lisesi anlamışım, arkadaşımsa üniversitenin eski kampüsü ! böyle bi kafadaymışız artık. araba yanımızdan biraz uzaklaştı, kenara çekti ve telefona sarıldı. bize de bolca küfür etti bence o arada.

  akşama da düğünümüz var. neyse ki saç baş gündüzden yapılmış, en azından hepsi kıvırcık, biraz düzeltilicek. eve koştur koştur geldim, hazırlandım ve çıktım. annem, kardeşim, ananem ve ben. hepimiz iki dirhem bir çekirdek, jilet gibi giyinmiş düğüne gidiyoruz. yani düğünden önceki mevlüde. babamın vefat eden patronunun oğlunun düğün ve düğünden önce de onun için mevlüt okunucak. tam bi kapıdan girerken hoca efendi el-fatiha demesin mi ! sözde mevlüde geldik biz ama sonunda geldik. hatta sadece yemek yemeye gelmiş gibi olduk, hey allahım. yerken de bişey dikkatimi çekti, düğün kıyafetleriyle gelen tek masa biziz ! ya vardır başkaları falan diye düşünüyodum ki insanlar ayaklanmaya başlayınca nasıl da yanıldığımı anladım. evet kuaförden çıkılmış ama idare eder bi kıyafetle. oturunca sadece kafaları gördüğümüzden böyle düşündüm evet. yemek yendi, insanlar dağıldı e 1 buçuk saat düğün salonunda mı oturucaz ? oturalım falan diyenler oldu aile içinde evet ama hemen bastırdım onları ve yakındaki çay bahçesine gittik.

  girerken annemin ayağı burkuldu, ben buna hayvan gibi güldüm ve ilkokul arkadaşım aynı zamanda komşumuz fatma'yı nişanlısıyla bastık. nişanlılar artık ona basmak denmez de bastık işte. sürekli bi gülme hali, yaşadıklarımızdan yapılabilicek filmin geliri, fatma'yı basma olayımız ve oturduğumuzdan beri kaç dakika geçtiği konuşuldu.

  sonunda düğün salonuna gidebildik. gittik gitmesine de bu seferde yer beğenemedik. çünkü düğün salonunda çok az kişi var ve bütün masalar boş nerdeyse. nevrimiz döndü haliyle ve nereye otursak bilemedik. hani kalabalık olsa mecburen boş yere oturucaksın, böyle olunca her yer senin kafan karışıyo. 2 3 yere gittik ve en sonunda iyi bi yere oturduk.

  kapıda şeker tutmaya çalışan kızlar -  aslında çocuklar - 10'ar cm topuklu giymiş, dikkatimi çekti haliyle. birisinin elbisesi benim mezuniyet elbisemin beyazıydı, kızın içinde ne var ne yok belli oluyodu ve kız oturmayı bilmiyodu ! oturunca bacaklarının arasından iç çamaşırı gözüküyodu resmen. benim elbisem siyahtı. bi diğer kız da çok güzel elbisesinin içine gri sütyen takmış ve boynundan geçirmiş ! hey allahım. göz var, nizam var anası falan da mı demiyo ki olmadı bu böyle. hadi onu geçtim yakasından görünüyo iç çamaşırı. banane deyip arkamı dönmemle birlikte takır tukur sesini duymam bir oldu, beyaz elbiseli kız merdivenden düşmüş! gülsem mi gülmesem mi bilemedim. son gülen iyi güler lafına inanırım ve bende de uzuuuun bi elbise var yani düşme olasılığım mevcut. sustum gülmedim ve '' o kadar gezinmeseydi '' demekle yetindim. kız daha sonra geldi topallıya topallıya oturdu falan biraz süre geçti bi baktım kız çocuğu pistte göbek atıyo ! şaşırdık haliyle az önce topallıyodu diye. oyun bitti ve kız yerine otururken aksak aksak yürümeye başladı. her neyse işte.

  ve hayatta en özendiğim ama yapınca da özentimin ne kadar yersiz olduğunu anladığım bişey yaptım, dans ettim. babam dansa kaldırdı, reddedemedim ve birlikte dans ettik. fotoğraf bile çekildik, o derece.

  değişik, dopdolu, olaylı günlerimden birisiydi yine. bol fotoğraf çekmeli günlerimden birisiydi, düğünlü dernekli günlerimden birisiydi. ailemle birlikte böyle gülüp eğlendikçe o güzelim cağğnım izmir'e hiç gidesim gelmiyo. valla da gelmiyo billa da gelmiyo. 


7 Eylül 2011 Çarşamba


Ölür Müydün Sanki. ? Sevsen, Beni
Yaşadığımdan emin değilim.Gittiğinden eminim ama bak,seni özlediğimden eminim.
Yirmi beş yaşında bir hayal kırıklığı olduğumdan hiç şüphem yok mesela.
Beceriksizliğimden,yalnızlığımdan,bu şehri sevmediğimden,düzensizliğimden,yorgunluğumdan,huysuzluğumdan,baltalarınızdan birine sap olmamışlığımdan hatta olamayacak olmamdan,kırgınlığımdan,bir gün bana ayrılan sürenin sonuna geleceğimden her tavşan kesildiğimde dünyanın dağ olma vaziyetinden filan eminim.
Örnekleri çoğaltabilirim.Örnekleri çoğaltabileceğimden eminim.
Birileri namusum üzerine yemin edecek,
Ölür müydün sanki sevsen beni.
Günlerdir doğru dürüst uyuyamıyorum.Ellerim parçalanıyor ne zaman yazmayı denesem.Ağzım artık daha bozuk.
Her tarafta pis bir koku;nefes alamıyorum.
Çok bekledim seni.Her halimle,her yerimle bekledim.
Yetkiler verdim kendime;tuttum seni affettim.
Aramanı bile bekledim bazen.Ağır küfürlerle örtbas ettim sonra aramayışlarını.Bunca zaman aramayışlarını biriktirdim.
Seni bekledim ben çünkü
Seni bekledim.
İçtim..içtim..içtim...
Kustum.
En çok giderken bıraktığın kelimeleri kustum.Sanat filan dedi bazısı o kelimelere bazısı bunlardan bi bok olmaz dedi.
Senin önemsediğin kadar önemsemedim ben o kelimeleri,senin danışma gruplarının önemsediği kadar önemsemedim.
Kustum..kustum..kustum.
İçtim.
Ellerimle yaptığım cam evim kırılacak, 
Ölür müydün sanki sevsen beni.
içimden geç
içimi sil
artık özlemek istemiyorum.
Neye el atsam piç ediyorum.
Yine de fiyakalı durumlar peşindeyim hep.
En sert içkileri kaçırıyorum soluk boruma bilerek.Her yıl ilkokula başlıyorum.Her gün yeni bir krallık kurup öldürüyorum kralını gece yarısına doğru.
Uzatmaya gerek yok;sen olmayınca yapamıyorum.
Yokluğun gümüş tepside intihar sunacak,
Ölür müydün sanki sevsen beni

2 Eylül 2011 Cuma


bişeyler yazmak istedim de  yazamadım bunun altına. her şey gün gibi meydanda.

1 Eylül 2011 Perşembe

eylül

bugün 1 eylül.. ve bu şahsım için bir çok şey ifade ediyor.

en başta  benim gibi çabuk üşüyen ve çabuk yanan bi insan için, trençkotun dolaptan fırlaması demek. elimin ayağımın ısınmaması, sinüzitimin de daha sık olması demek. hem de resmi olarak sonbaharın başlıngıcı bugün, üşümem normal aslında.

1 eylül aynı zamanda uşak'ın kurtuluşu. kutlamalar vs. yapılır caddede.

eylül ayı dizilerin yeni bölümlerin yayınlanması ve yeni dizilerin başlaması anlamına da geliyo. küçüklüğümden beri okulların açılmasının yaklaştığını dizilerin yeni bölümlerinin yayınlanmaya başlamasından anlıyorum. 


okullar da eylül ayında açılıyo. 19 eylülde başlıyomuş öğretim yılı, bizim üniversite de öyle. yani eylül ayı uşak'tan izmir'e göç etme ayım benim.

eylül ayında doğum günüm ! 18 eylül. her eylülde bi yaşıma daha giriyorum, hayatımda yepyeni bi sayfa açılıyo. her eylülde biraz daha yaşlanıyorum, biraz daha yaşanmışlık sahibi oluyorum ve biraz daha olgunlaşıyorum.

eylül ayında gevşekliği bi kenara bırakıp biraz daha hayatın içine atılıyoruz. yaz aylarındaki gevşeklik yerini oldukça hareketli bi ritme bırakıyo. plajda mode on'dan çıkıp iş/okul mode on'a geçiyoruz.

eylül ayı herkes için bi başlangıç bence. mesela okullar açıldığında herkes arkadaşlarına, öğretmenlerine kavuşucak. kimisi yeni bi okula başlıycak, hiç tanımadığı insanların arasına gidicek ve yeni arkadaşlıklar edinmeye çalışıcak. bunda başarılı olamazsa eğer sıkıntılı dönem bekliyo olucak onu, başarılı olursa güzel dönem geçiricek.

eylül ayı başlangıç demek.
eylül ayı bilinmeyenler demek.
eylül ayı soğukların başlaması demek. off :(

sonradan eklenen edit: eylül ayı lig'in başlangıcı demek. bi de yaz aşklarını geride bırakıp ciddi ilişkilere atılma zamanı demek.